
Her büyük başarı hikayesi, bir ihtiyaçtan ve o ihtiyacı karşılama cesaretinden doğar. Türkiye'nin teknoloji ve savunma sanayisindeki bugünkü konumu, sadece son yılların bir ürünü değil; kökleri 1970'lere ve 80'lere dayanan, vizyoner bir planlamanın ve milli bir iradenin sonucudur. Bu iradenin en somut adımları ise "Vakıf Şirketleri" modeliyle atıldı. Peki, bir ambargo kriziyle tetiklenen bu süreç, ASELSAN, TUSAŞ ve ROKETSAN gibi kurumları nasıl birer teknoloji devine dönüştürdü? İşte o kuruluş öyküsü...
Tarih 1974. Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Türkiye, müttefikleri tarafından uygulanan ağır bir silah ambargosuyla karşı karşıya kalır. O an anlaşılır ki, milli güvenlik ödünç alınmış teknolojilerle, dışa bağımlı sistemlerle sağlanamaz. Bu zorunluluk, Türkiye’yi kendi göbeğini kesmeye iter ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Güçlendirme Vakfı (TSKGV) çatısı altında, kar amacı gütmeyen, gelirini yine savunma sanayisinin gelişimine harcayacak özel bir model olan "Vakıf Şirketleri" kurulur.
Bu modelin amacı, kısa vadeli ticari kaygıların ötesinde, ülkenin uzun vadeli teknolojik bağımsızlığını sağlamaktı. İşte bu vizyonun ilk ve en parlak meyveleri ASELSAN, TUSAŞ ve ROKETSAN oldu.
Ambargonun en çok hissedildiği alanlardan biri, askeri haberleşmeydi. Ordunun kendi birlikleriyle güvenli ve milli imkanlarla iletişim kuramaması, stratejik bir zafiyetti. Bu ihtiyacı gidermek üzere 1975 yılında Ankara'da kurulan ASELSAN (Askeri Elektronik Sanayii), işe TSK'nın sırt telsizlerini üretmekle başladı.
İlk yıllar, kısıtlı imkanlar ve büyük bir azimle geçti. Yabancıların "yapamazsınız" dediği projeler, Türk mühendislerinin gecelerini gündüzlerine kattığı atölyelerde hayata geçirildi. O küçük telsiz atölyesi, yıllar içinde evrilerek bugün sadece haberleşmede değil; radar sistemleri, elektronik harp, aviyonik, elektro-optik ve savunma sistemleri teknolojilerinde dünyanın en büyük 100 savunma sanayii şirketi arasına giren bir teknoloji devine dönüştü. ASELSAN'ın hikayesi, bir ülkenin en temel ihtiyacı olan "iletişim" sorununu çözerek, teknolojik bağımsızlığın temelini nasıl attığının en net öyküsüdür.
Türkiye'nin havacılık serüveni, montaj ve bakım faaliyetleriyle sınırlıydı. Kendi uçağını, kendi helikopterini tasarlama fikri, uzak bir hayal gibi görünüyordu. Bu hayali gerçeğe dönüştürme göreviyle, 1984 yılında TUSAŞ (Türk Havacılık ve Uzay Sanayii) kuruldu.
TUSAŞ'ın ilk büyük projesi, F-16 savaş uçaklarının Türkiye'de üretilmesiydi. Bu proje, sadece bir montaj faaliyeti değil, aynı zamanda muazzam bir teknoloji transferi ve mühendislik tecrübesi birikimi sağlayan bir "okul" oldu. Bu okuldan mezun olan TUSAŞ, yıllar içinde kendi özgün projelerine imza atmaya başladı. HÜRKUŞ temel eğitim uçağı, ATAK taarruz helikopteri, ANKA ve AKSUNGUR gibi insansız hava araçları ve en nihayetinde Türkiye'nin en büyük teknoloji projesi olan Milli Muharip Uçak KAAN, TUSAŞ'ın montajdan özgün tasarıma uzanan yolculuğunun zirve noktalarıdır. TUSAŞ, Türkiye'nin gökyüzündeki milli imzasıdır.
Bir ordunun caydırıcılığı, vuruş gücü ve menziliyle ölçülür. 1980'lerde Türkiye, roket ve füze teknolojileri alanında neredeyse tamamen dışa bağımlıydı. Bu kritik boşluğu doldurmak amacıyla 1988'de kurulan ROKETSAN (Roket Sanayii ve Ticaret A.Ş.), ülkenin roket ve füze teknolojilerindeki beyni ve itici gücü oldu.
ROKETSAN, mütevazı roket projeleriyle başladığı yolculuğunda, bugün dünyanın dikkatle izlediği projelere imza atıyor. CİRİT lazer güdümlü füzesi, UMTAS ve OMTAS tanksavar füzeleri, SOM seyir füzesi ve Türkiye'yi uzay ligine taşıyan sonda roketleri, ROKETSAN'ın ulaştığı teknolojik derinliği göstermektedir. Şirket, Türkiye'nin etki alanını ve stratejik caydırıcılığını yüzlerce kilometre öteye taşıyan gücün adıdır.
ASELSAN, TUSAŞ ve ROKETSAN'ın kuruluş öyküleri, birer şirket tarihinden çok daha fazlasıdır. Bu öykü, bir krizin nasıl bir fırsata çevrilebileceğinin, milli bir vizyon etrafında kenetlenmenin ve sabırla çalışmanın neleri mümkün kılabileceğinin kanıtıdır. Vakıf şirketleri olarak, ticari kaygılardan önce ülke menfaatini gözeten bir yapıyla kurulan bu kurumlar, kazandıklarını yine teknolojiye ve insan kaynağına yatırarak birer kartopu gibi büyüdüler. Bugün sadece Türkiye'nin savunma güvencesi değil, aynı zamanda yüzlerce alt yükleniciyi besleyen, on binlerce kişiye istihdam sağlayan ve milyarlarca dolarlık ihracat yapan birer teknoloji devidirler. Onların hikayesi, Türkiye'nin teknolojik bağımsızlık destanının en önemli bölümünü oluşturmaktadır.